13 Ekim 2014 Pazartesi

Posted by Unknown On 05:28
Cundub bin Cunade bin Sekan (Arapça: جُندب بن جَنادة), lakabı Ebu Zer, Ebu Zer el-Gifari (Arapça: أبو ذر الغفاري) İslam'ı ilk kabul eden sahabilerden biriydi. İslamPeygamberi Muhammed kendisine Abdullah adını vermiştir. Beni Gifar kabilesindendi. Doğum tarihi bilinmemektedir. 652 yılında, Medine çölü yakınlarındaki El-Rabaza kentinde ölmüştür.
Ebu Zer zahitliği ve aynı zamanda üçüncü halife Osman bin Affan'a karşı muhalif tutumu ile bilinmektedir. Şiâ mezhebi onu, Ali Bin Ebu Talib taraftarları erken Şiîmüslümanlardan olan
 Dört Sadık Sahabi'den biri olarak addetmektedir.
Ebu Zer, İslam peygamberi ile birlikte Mekke'den Medine'ye hicret eden Muhacir Müslümanlardandır.
Türkiye'de, Adıyaman ilinin Ziyaret köyünde Ebu Zer'e ait olduğu iddia edilen, Osmanlı Sultanı IV. Murat tarafından Bağdat Seferi dönüşünde inşa ettirilmiş olan birtürbe bulunmaktadır.

Gençliği

İslam dinini kabul etmeden önceki yaşamı hakkında çok az şey bilinmektedir. Ebu Zer çok ciddi bir genç adam, dünya nimetlerinden uzak ve İslam dinini kabul etmeden önce bile tek tanrılı inanca sahip biri olarak tarif edilmektedir. Kabilesi küçük ve fakir olduğu için, Mekkeliler arasında yüksek bir mevkiye sahip değildi. Gifar kabilesi, Mekke ve Medine'nin batısında kurulmuş olan Kinane kabilesinin bir koluydu.[1]
Ebu Zer hakkında yaygın söylentilere göre[2] kabilesinin geçim kaynağı bölgeden geçen kervanların soyulmasına dayanmış, ancak Ebu Zer çoban olarak fakir ama dürüst bir hayat sürdürmeyi tercih etmiştir. Mekke'de ortaya çıkmış yeni bir peygamberin haberini alır almaz, peygamberlik iddiasında bulunan bu kişiyi bulmak için Ebu Zer kardeşi ile birlikte Mekke'ye doğru yola koyulur. Hak dini arayan genç adam tereddüt etmeden yeni dini kabul eder ve vakit kaybetmeden o zamanlar putperest bir dinin merkezi olan Kabe'nin önünde yeni inancı hakkında yüksek sesle şehadet getirir. Mekke müşrikleri kendisini bu davranışı için döver. Kabilesine döndükten sonra, başkaların da İslam'ı kabul etmesini sağlamış ve İslam peygamberi Muhammed'in Medine'ye hicretinden sonra ya da Hicret'te H.Z. Muhammed'e(s.a.v) katılır.
Erken dönem Müslüman tarihçi Taberi'ye göre, Ebu Zer İslam'ı kabul eden dördüncü ya da beşinci kişidir. Diğer bazı erken Müslümanlar da aynı iddiada bulunsalar da, İslam'a geçiş sırası hiçbir zaman tam olarak netleştirilmemiştir. Ancak erken Müslümanlardan olduğu bilinmektedir.

Muhammed'in vefatından sonraki hayatı

Ebu Zerr, Peygamberin vefatından sonraki halifelik ihtilafında Ali bin Ebu Talib'in sadık bir destekçisiydi. Tanınmış Şii ve Sünni tarihçiler bu konuda mutabıktır.
Tarihçi Wilfred Madelung'a göre, Ebu Zerr, Osman bin Affan'ın hilafeti esnasında halifenin gözünden düşmüştür. Osman bin Affan kendi akrabalarını İslam Devleti'nin değişik vilayetlerine vali olarak tayın ediyordu ve onlara beytülmal'den para kaynağı sağlıyordu. Ebu Zerr bu davranışın İslam'ın prensiplerine aykırı olduğunu görüşünü savunuyordu.
Osman, İfrikiya Gazvesinden (H. 27/M. 647) elde edilen ganimetten alınan Hums vergisinden kendisi gibi Emevi kabilesinden olan kuzeni Mervan bin el-Hakem'e 500.000 Dirhem, Haris bin el-Hakem'e 300.000 Dirhem ve Medineli Zeyd ibn Sabit'e 100.000 Dirhem verince, Ebu Zer Medine'de bu uygulamaya karşı çıkmaya başlamıştır. Zenginlikleri biriktirenlere cehennem ateşini vaat eden Kuran ayetleri okumuştur. Mervan bunun üzerine Ebu Zer'i Osman'a şikayet etmiş ve Osman Ebu Zer'i ikaz etmek amacıyla ona kendi hizmetçisi olan Natil'i göndermiştir, ancak Natil Ebu Zer'i ikna etmeyi başaramamıştır. Osman bir süre Ebu Zer'in muhalefetine sabretmiş, ta ki Ebu Zer halifenin huzurunda, halifenin beytülmal paralarını kullanma usülünü destekleyen Ka'b el-Ahbar'ı kızgın sözlerle yerene kadar. Bunun üzerine Osman Ebu Zer'i azarlamış ve kendisini Şam'a göndermiştir.[3]
Ebu Zer Şam'da da tavizsiz tutumundan vazgeçmeyerek, Osman'ın yeğeni ve Şam vilayetinin valisi olan Muaviye bin Ebu Sufyan'ın şaşaalı yaşam tarzını ve savurganlığını tenkit etti. Bunun üzerine Medine'ye geri gönderildi. Beytülmal'dan yapılan usülsüz harcamalarını yine de tenkit etmekten vazgeçmeyince, doksan yaşlarındayken Medine çölü yakınındaki El-Rabaza kentine, eyersiz bir deve üzerinde, sadece tek kızı refakatinde sürgüne gönderildi.
Madelung'a göre, Ali bin Ebi Talib, Osman'ın ilk müslümanlardan ve peygamberin en sevdiği sahabilerden olan Ebu Zer'i cezalandırmasını kınamıştı. Ali'nin bu tutumu, halife yasakladığı halde Ebu Zer'i kent sınırına kadar eşlik edip, onu en iyi dileklerle ve hürmet göstererek sürgüne göndermesinden de anlaşılmaktadır. Ebu Zer'e iyi davranmak için halifenin yasağını çiğnemeyi göze almıştı.
Ebu Zer'in ölümü Osman'ın askerleri tarafından aldığı darpların etkisiyle ya da çölde açlıktan olmuştur. Bir rivayete göre, Muhammed Ebu Zer'in bu hazin sonunu önceden bu sözlerle haber vermişti: Allah sana merhamet etsin, ya Eba Zer! o yalnız yaşayacak, yalnız ölecek ve yalnız diriltilecektir.

Sünni rivayetlere göre Ebu Zer

Bir hadisin rivayet zinciri Ebu Zer'e isnat edilmektedir. Kendisi ilk Müslümanlardan, halis bir mümin, dürüst bir adam ve hatalı davranışlara çekinmeden karşı çıkan biri olarak bilinmektedir. Sünni rivayetlere göre, kaba, tahsilsiz bir bedevi olup yüksek bir makamda olmamıştır fakat ümmete elinde ne varsa feda ederek hizmet etmiştir.
İslam peygamberi Muhammed'in ölümünden sonra, Suriye çölüne yerleşip, Ebu Bekir ve Ömer'in hilafeti boyunca orada kalmıştır.
Osman'ın hilafeti süresince Şam'da kalmış ve orada Müslümanların, dünya zevklerine heves ederek İslam'dan uzaklaşmalarına tanık olmuştur.
Bu duruma üzülen ve tiksinti duyan Ebu Zer'i Osman yeniden Medine'ye gelmeye davet etmiştir. Ancak burada da halkın dünya malına ve zevklerine meyli onu yaralamıştır.

El-Rabaza

Osman onun için Medine yakınlarında küçük bir yerleşim birimi olan El-Rabaza'ya gitmesini emretmiştir. Ebu Zer burada insanlardan uzak bir şekilde hayatını sürdürmüş ve Muhammed'in sünnetine sarılmıştır.
Rivayete göre onu ziyaret eden bir adam ona şöyle sormuş: "Senin malların nerede?"
Ebu Zer şöyle cevap vermiş: "Ahirette bir evimiz var, servetimizin arasından en iyisini oraya göndeririz."
Soruyu soran adam Ebu Zer'in neyi kastettiğini anlamış ve bu sefer şöyle demiş: "Ancak bu dünyada bulunduğun sürece bir takım varlıkların olması gerekir."
Ebu Zer bunun üzerine, "Bu dünyanın sahibi bizi burada bırakmayacaktır", diye cevap vermiş.
Aynı şekilde Suriye emiri Ebu Zer'e geçimi için 300 Dinar para gönderdiğinde, Ebu Zer "Emir bu parayı benden daha fazla hakkedecek bir kul bulamaz mıydı" sözleriyle iade etmiş.
Ebu Zer sade yaşamına devam ederek hicri 32 yılında ölene kadar kendini Allah yoluna adamıştır.[4]

Şiî rivayetlere göre Ebu Zer

Şiî rivayetler, Ebu Zer'i, Selman-ı Farısi, Mikdad ve Ammar bin Yasir ile birlikte en büyük ve en sadık sahabilerden biri olarak addetmektedir. Medine'ye hicret esnasında Suriye'deydi ve daha sonra Medine'deki Müslümanlara katılmıştır. İslam peygamberi Muhammed o zaman Medine kapılarında onun gelişini beklemiştir. Uzaktan gelen bir gölgeyi gördüğünde, ona "Ebu Zer ol" demiştir. Peygamberin ölümünden sonra sahabede Ebu Bekir'i destekleyenler ve peygamberin Gadir-i Humm denen bir yerde yaptığı konuşmada "Ben kimin mevlası isem, Ali de onun mevlasıdır" sözlerine dayanarak Ali bin Ebu Talib'den başkasını kabul etmeyenler arasında bölünme meydana gelmiştir. Ebu Zer, Ali'nin en güçlü ve bilgili dostlarından biri olup yeni yönetime karşı sözlerle mücadele etmiştir, zira Ali ümmmetin bölünmemesi için kılıç kullanmaktan çekinmişti.
Ebu Zer önceleri Şam vilayetine sürgüne gönderilmiş ve böylece Muaviye'nin kontrolü altına girmiştir. Şam vilayetinde (bugünkü Lübnan ve Suriye toprakları) Şiî inancını yaymaya başlamıştır ki halen bugün özellikle yaşadığı güney Lübnan'da Şiî inancı yaygındır. Orada Muaviye'ye karşı mücadele etmiştir. Bunun üzerine Muaviye Osman'a artık Ebu Zer'i tutmaya tahammülü olmadığını ve onu Osman'ın himayesine geri göndermek istediğini bildiren bir mesaj göndermiştir. Bunun üzerine Osman onun Medine'ye eyersiz bir at üzerinde geri gönderilmesini emretti. Medine'ye döndükten sonra, Osman daha önce Muaviye gibi aynı sorunlarla karşı karşıya kaldığından, Ebu Zer'i daha sonra açlıktan öleceği Rabaza diye bir yere sürgüne göndermiştir. Müslümanlar halifenin gücünden korkarlardı. Bunun için sadece birkaç sadık dostu onu yolcu etmiştir. Bunlar Ali bin Ebu Talib ile kardeşi Akil, oğulları Hasan ve Hüseyin ve büyük sahabelerden Ammar bin Yasir'dir.
Ali bin Ebu Talib onu yolcu ederken şöyle demiştir:
Ey Ebu Zer, sen Allah için öfkelendin, bu yüzden onun lütfunu umansın. Toplum, dünyaları için senden korktu; sense dininden dolayı onlardan korktun. Senden korktukları şeyi bırak ellerine; korktuğun şeyi al onlardan. Onlara men ettiğin şeye ne düşkündür onlar. Seni men ettikleri şeyeyse hiç mi hiç meylin yoktur, senin. Pek yakında bilir anlarsın, kim kâr etmiş, kim daha ziyade hasede düşmüş.[5]
Akil dedi ki: Seni sevdiğimizi biliyorsun ve sen de bizi seviyorsun. Allah'tan kork, zira Allah korkusu selamettir. Ve sabırlı ol, zira sabır cömertlik demektir.
Ve peygamberin torunu, Hasan bin Ali dedi ki: Amca, Resulullah ile karşılaşacağın güne kadar sabret. O senden memnun olacaktır.
Hüseyin bin Ali dedi ki: Amca, Allah'tan sabır ve galibiyet dile.
Ammar bin Yasir gözyaşı içinde dedi ki: Allah seni öfkelendirenleri sevindirmesin. Sana sıkıntı verenlere de aman vermesin. Allah'a ant olsun! Onların dünyasını tercih etseni onlar sana aman vereceklerdir. Ve onların hareketlerinden memnun olursan, onlar seni seveceklerdir.
Ebu Zer ağlayarak şöyle dedi: Rahmet ehlinin fertleri, Allah'ın merhameti hepinizin üzerine olsun. Sizleri gördüğümde, Allah'ın resulünü hatırlıyorum.
Peygamber onun hakkında şöyle demiştir: "Ebu Zer ümmetimde züht ve dindarlıkta İsa ibn Meryem gibidir."

Soyundan gelenler

Ebu Zer'in torunu Yahya ve büyük torunu Akil, Kerbela muharebesinde şehit düşmüştür. Akil'in soyundan gelenler, günümüzde hala Gifari soyadını taşıyan insanların yaşadığı İran'a göç etmiştir. Ebu Zer'in soyundan geldiğini iddia eden, İran'ın Keşan kentinde yaşayan Gifari ailesi çok sayıda politikacı ve aydın yetiştirmiştir. Bunların arasında Kerim Han Zend yönetimi (1760 - 1779) esnasında KeşanNatanz ve Kum valisi Muezzin; ressam Kemal el-Mülk ve İran'ın Fransa Büyükelçisi Faruk Han Emin Ed-Doleh de vardır.[6]

0 yorum:

Yorum Gönder